Trendler değiştikçe, yaşam biçimimiz, hatta günlük alışkanlıklarımız bile değişiyor, dönüşüyor. Hayatımızdaki değişiklikler doğal olarak yaşam çevrelerimize ve mekanlarımıza da yansıyor.
Günümüz modern ve karma mimarisine; basitçe barınma ihtiyacı ile başlayan konutlaşma ve kentleşmenin her dönemde, yerleşkenin tarihi, coğrafi ve sosyoekonomik koşullarına göre evrilmesi sonucunda ulaştık. Bu değişim ve dönüşümü İngiliz mimarisi açısından incelediğimizde; mimarlığın sergilediği dönüşümde yönetimin etkili olduğunu görürüz.
İngiliz Mimarisi’nin bilinen en eski örnekleri Neolitik Dönem’deki Megalitik mezarlar. Roma Dönemi ise İngiltere’ye ilk büyük ölçekli binaları getiriyor. Ancak bunların çok azı hala ayakta. Hadrian’s Duvarı, Portchester, Pevensey ve Burgh Kalesi dönemin örnekleri arasında sayılabilir.
Konutlaşma 18. Yüzyıl’da yoğunlaşıyor
Gücün el değiştirdiği 18. Yüzyıl’da, İngiliz Mimarisi ilahi yapılardan sivil yapılara doğru evriliyor. Toprak sahibi seçkinlerin söz sahibi olduğu bu dönemde konutlaşma yoğunlaşıyor. Bu döneme ait mimari üslup, Barok ve ünlü mimar Andrea Palladio‘nun çizimlerine de hakim olan erken dönem Rönesans mimarisinden daha sade. John Nash gibi dönemin ünlü mimarlarının çizimleri de bu yeni ve daha sade akımın etkisi altında.
‘Yeni kent’ tarzı Endüstri Devrimi’yle geldi
Aydınlanma Çağı‘nın başlaması ile birlikte otoritenin ve düzenin köhne fikirleri de yıkılmaya başladı ve 18. Yüzyıl’ın başında, diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi İngiliz mimarlar da kendilerini tekrar klasik dönem mimarisi içinde buldular. Yeni kent tarzı ise Endüstri Devrimi ile birlikte geldi. 19. Yüzyıl’ın sonlarına gelindiğinde Londra, yüzyılın başındaki büyüklüğünün 6 misli bir büyüklüğe erişmişti.
‘Gotik’ Orta Çağ’ın sonuna kadar hakim
19. Yüzyıl’da gotik üslup, ahlaken en üstün mimari üsluptu. Gotik mimarisi Orta Çağ’ın ortalarından sonuna kadarki süreçte yaygın olarak kabul gördü ve uygulandı. Romanesk, mimarinin gelişmesiyle ortaya çıktı fakat zamanla yerini Rönesans mimarisine bıraktı. Salisbury Katedrali ve Bath Abbey bu dönemi iyi örnekler.
Dekorasyon lüksle tanışıyor…
Victoria Dönemi mimarisinde antik Yunan ve Roma etkileri de görülür. Dekorasyonda ise lüksü görmemiz mümkün. Bu dönemde ahşabın daha fazla kullanılması ise ‘ev’in ağırlığının daha bir ortaya koyulduğunu gösteriyor.
Victoria Dönemi’nin sonlarına doğru mimar Ruskin ile Morris, daha “doğal” ve daha “güvenilir” bir mimarlık arayışı içinde “Arts and Crafts” akımını doğurur.
‘Bahçe Kent’ tasarlandı
Serbest tasarımların boy gösterdiği bir dönemde Ebenezer Howard; 19. Yüzyıl’ın binalarla dolup taşan kalabalık caddeleri yerine, yeşil ile iç içe yaşanabilecek bir kent modeli ortaya koydu ve “Bahçe Kent”i tasarladı.
İngiltere diğer birçok konuda olduğu gibi mimari açıdan da modernizme direnç gösteriyordu. İngiltere’de Avrupa modernizminin etkileri hem oldukça geç hem de oldukça zayıf hissedildi. İngiliz şehirleri savaş yıllarındaki bombalamalar ve tahribatlardan dolayı konut sıkıntısı çekiyordu. Yoğun ve acil talebi karşılamak adına yöresel evler inşa edildi.
Alışveriş merkezleri Thatcher döneminde arttı
1960’lı yıllarda Archigram akımı; ‘sökülüp takılabilen, hareket edebilen binalar’ ve ‘serbest formlu kentler’ gibi oldukça etkileyici fikirler yarattı. 1984 yılına gelindiğinde Prens Charles, mimarlık mesleğine yönelik sözlü saldırıları ile kendisine büyük bir ün kazandırmıştı. Margaret Thatcher dönemine gelindiğinde ise alışveriş merkezleri, tematik parklar gibi özel sektöre ait mimari yatırımlar oldukça büyük bir artış kaydetti.
Ve ileri teknoloji mimariye sızdı!
Yüksek Teknoloji Mimarisi ise modernizmin dilini canlandırmak adına bir girişimdi. Teknoloji yeni mimari düşüncelere ilham oldu. En önemli iki temsilcisi ve Norman Foster’dır. Rogers’ın en ikonik binası Lloyd’s Building, Foster’ın en ünlü binası ise Swiss Re Building’dir (the Gherkin).
Bu dönemle birlikte Zaha Hadid ve David Chipperfield gibi İngiliz mimarlar büyük bir üne sahip oldular ve hem küresel hem de fiziki ölçek bakımından önceki nesillere kıyasla oldukça şaşırtıcı uygulamalara imza attılar.
Son 70 yılın İngiliz ev dekorasyonu trendleri
Harvey Water Softeners adlı İngiliz su arıtma firmasının hazırladığı çalışma, 1950′lerden bu yana İngiltere’deki ev dekorasyonu trendlerini iyi anlatıyor.
1950’ler: İngiltere’de tüketim çılgınlığı yayılmıştı. İnsanlar içlerini eşyalarla doldurabilecekleri evlere ve paraya sahipti. 50’lerde ferah yaşam alanları, basit, modern bir iç dekorasyon hakimdi.
1960’lar: Modernizme karşı koyulan bu dönemde, günün ve dünün eşyalarını bir arada kullanmak belirgin bir trend oldu.
1970’ler: Bu dönemde “kendin yap ve uzun süre kullan” trendi ön plana çıktı. Yüksek işsizlik oranına rağmen yaşam standartlarının yükseldiği bir dönemdi 70’ler.
1980’ler: Orta karar evlerde, renklerin ve geometrik şekillerin ön planda tutulduğu duvar kağıtları boy göstermeye başladı.
1990’lar: Ahşap mobilyalar ve doğal renkler kendini gösterdi.
2000’ler: Ev kullanımına uygun ileri teknoloji cihazların yaygınlaşması iç mekan tasarımlarına da etki etti. IKEA tipi mobilyaların kullanımı tavan yaptı.
2010: ‘Sosyal medya’ kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte ‘online insanların yaşam alışkanlıkları, tasarıma giderek daha fazla etki etti. Küçük yaşam alanları daha çok tercih edilmeye başlandı.